Susurluk'ta bir kamyonla Mercedes'in çarpışmasıyla açığa çıkan hukuk dışı ilişkiler ağı Türkiye'nin gündemine oturmuştu. Milyonlarca yurttaşı her akşam aynı saatte ışıklarını açıp kapatmaya ikna eden kampanyanın fikri, kazadan sonra şeffaf ve demokratik hukuk devleti talebini yükseltmeye kararlı 'Sürekli Aydınlık için Yurttaş Girişimi'nden çıkmıştı. Eylemin mucitlerinden avukat Ergin Cinmen, 1 Dakika Karanlık'ı ve yarattığı etkiyi anlattı.
Girişimin çağrısı bir ay boyunca saat 21’de bir dakikalığına ışıkların söndürülmesi yönündeydi ama protestolar sokaklara, parklara döküldü. Eylemin bu boyuta geleceğini düşünmüş müydünüz?
Biz bir dakikalığına ışıkların söndürülmesini önermiştik, insanları fikir beyan ederken kendilerini riske atmak mecburiyetine sokmayacak ve herkesin yapabileceği minimum seviyede bir eylemlilik biçimiydi. Toplum ışık söndürmenin kendisini göstermediğini düşündü ve yaratıcılığını ortaya koyarak eylemi çeşitlendirdi. Işık yakıp söndürme ve tencere tavalar başladı. O da olmadı, sokaklara taşmaya başladı insanlar, komiteler kurdular. Hem Sabancı’nın ikiz kuleleri ışıklarını yaktı söndürdü hem de varoş mahalleler... Devletin demokratikleşmesini herkes istiyordu, burjuvazi de, proletarya da, şehrin en fakiri de. O ışıkla sihirli bir hava oldu ve toplumu birleştirdi.
Medya süreçte nasıl bir rol oynadı?
Susurluk sadece devletin derin faaliyetleri, yargısız infazlarla ilgili değildi. Mafya ve derin devletin mafyayla buluşmuş kesimleri, medyaya da gözünü dikmişti. Biz girişim olarak medyaya da seslendik, ‘eyleme destek vermezseniz mafyanın medyası olursunuz’ dedik. Örneğin Alaattin Çakıcı, Korkmaz Yiğit vasıtasıyla bir medya kuruluşunu satın almaya çalışıyordu, bu herkes tarafından bilinen şeydi. Gazete patronları da bundan endişeliydi. Gazete çalışanları zaten eylemi destekliyordu, patronları da sıcak baktılar ve katıldılar. Derin devlete karşı olan, saydamlık yanında olan, demokratik bir devlet isteyen herkes katıldı bu eyleme.
Eylemin ilk haftalarında gazetelerde 'Genelkurmay'ın ışıkları yandı, söndü' diye bir haber çıktı, televizyon kanalları askeri lojmanları gösterip ‘eyleme destek veriyorlar’ dedi. Bu haberlerde gerçeklik payı var mıydı?
Evet askeri lojman ışıkları da yandı söndü bu arada. İktidarda laiklikle sorunu olan Refah Partisi vardı, Mehmet Ağar ve etrafındakilerle Erbakan koalisyon kurmuştu. Dolayısıyla asker de girdi bu işe, ama değişik bir nedenle. Eylemlerin ortasında Genelkurmay’a, militarizme dönerek eylemimizin çalınmamasını istedik. Bu konuda ilanlar verdik, ‘amacımız yalnızca devletle mafyanın birleştiği derin devlete karşı eylemliliktir’ dedik. Eylemin 28 Şubat tipi bir darbeye vücut vermesini istemedik, bunu da açıkça söyledik.
Açıklamalarınıza rağmen ordu eylemi manipüle etmekte başarılı oldu mu sizce?
Bununla ilgili önemli başarı elde ettikleri kanatindeyim ben, militarizm rolünü oynamaya çalıştı ve oynadı da diyebilirim. 28 Şubat meselesi oldu daha sonra, bazı açıklamalar yapıldı, kuvvet komutanları ‘meşruiyetimizi oradan aldık’ dedi mesela. Önemli bir kesim ışıklarını Susurluk’la ilgili yakıp söndürürken önemli bir kesim de Refahyol’a tepkisini koyuyordu.
Eylem hakkında Necmettin Erbakan’ın ‘gulu gulu dansı’ yorumu, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın ‘mum söndü oynuyorlar’ demesi katılımı nasıl etkiledi? Gezi direnişi sırasında Tayyip Erdoğan’ın ‘çapulcu’ yorumu gibi bir etkisi olduğu söylenebilir mi?
Bu tür eylemlerin üzerine gitmek eylemin meşruiyetine katıyor. Hem Gezi’de hem de Bir Dakika Karanlık’ta olan buydu. Bir Dakika Karanlık’a karşı çıkıldıkça eylem yükseldi çünkü hem çok haklı bir zeminde yürüyordu hem de kitlesel olmasına rağmen hiçbir şekilde şiddet olmadı. Gezi apayrı, müthiş bir olay. Burada da çok açık bir biçimde Gezi’ye edilen her türlü küfür, aleyhe söz misliyle geri döndü. Herkesin çapulculuğuyla iftar ettiğini düşünsenize, bir rütbe haline geldi, kariyer haline geldi çapulculuk.
Eylem amacına ulaştı mı?
İstanbul DGM’de (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) derin devletin en önemli simgelerine karşı dava açıldı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Özel Tim’e açılan dava oldu bu, çok önemlidir. Bu konuda ciddi bir toplumsal duyarlılık oluştu. Yeni Başbakan Mesut Yılmaz da bu duyarlılığa cevap vermek zorunda hissetti kendisini ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş’a Susurluk’la ilgili bir rapor hazırlattı. Bu son derece önemli bir rapordu, o güne dek asla değinilmeyen konulara değinildi, derin devlet yapılanmasının emarı çekildi. Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu, hangi mafya grubu, hangi derin devlet grubu kimleri öldürdü, yargısız infaz yaptı bunlar isim isim ortaya çıktı. Mehmet Ağar bu yapılanmanın en başındaki aktörlerdendi ve milletvekiliydi. Dokunulmazlığının kaldırılması için de eylem yapıldı ve kaldırıldı. Ama seçimler devreye girdi, yine milletvekili oldu ve yine dokunulmazlık kazandı. Sonuç olarak dokunulmazlıklar gündeme oturdu. Bu eylemlilik ilk kez yurttaşlık kimliğini ortaya koydu. İnsanlar vatandaşlıktan yurttaşlığa geçti, sorunları bilen, müdahil olanlara yurttaş denildi. Bir terminoloji topluma mal olmuş oldu. Bu şekilde eylemlilik karşılığını buldu.
Artık Susurluk benzeri skandallar sıradanlaştı mı? Örneğin şüphelileri arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu ve bakan çocuklarının da olduğu 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili takipsizlik kararı verildi. Toplum buna yeterince güçlü bir tepki gösterebildi mi sizce?
Bir Dakika Karanlık eylemi gerçekleştiğinde Susurluk’un yanında olduğunu söyleyen hiç kimse yoktu, yani küçük bir kitleydi. Şimdiyse öyle değil, 17-25 Aralık’a rağmen yüzde 51’lere varan oylar alan bir hükümet var. Her olayın kendine özgü bir hareket biçimi ve simgesi vardır. Bu durumda şunu önerebilirim, 17 ve 25 Aralık gibi suç teşkil eden olaylar hakkında bütün vatandaşlar savcılıklara takipsizlik kararına itiraz ettiğine dair dilekçeler verebilir, keşke herkes yapsa.
Medyanın bu gibi eylemlerdeki önemi nedir?
Kuvvetler ayrılığını açıklarken yasama, yürütme ve yargı der bitirirler. Bu tanım bence eksiktir, iki unsur daha olmalı: bağımsız, hür medya ve sivil toplum. Türkiye’de medya patronları ne yazık ki aynı zamanda ekonominin içinde olduğundan bir yanıyla hep siyasi iktidara bağlı. Bu durumda özgür bir medyadan bahsetmek son derece güç oluyor. Medya olmazsa hiçbir eylemlilik söz konusu olamaz, insanlar arasındaki iletişim kalkar, birlikte hareket edilemez. (Eİ/HK)